8.1.12

İstanbul Modern'in sanata sansürüne tepkimizi izleyen gelişmelerin basın/medyadaki yansımalarına devam...


İzlemek için tıkla:

Cüneyt Özdemir ile 5N1K programının 03.01.2012 tarihli bölümünde Avukat İrem Çiçek ve İstanbul Baro Bşk.Ümit Kocasakal ile telefon bağlantısı kurularak internet andıcı davası konuşuldu. Profesör Neşe Özgen sınır köylerindeki hayatı anlattı, Reşat Petek ise 12 Eylül iddianamesini konuştu ve Bubi Hayon "oturak" adlı eserine uygulanan sansürü anlattı.



'Sanat üzerindeki baskılar arttı'


Radikal - 08/01/2012 


İstanbul Modern'in Bubi'nin eserini reddetmesiyle patlak veren sansür tartışması çağdaş sanatçıları birleştirdi


İstanbul Modern’in Bubi’nin oturaklı koltuğunu reddetmesiyle patlak veren sansür tartışması çağdaş sanatçıları cuma akşamı bir araya getirdi. Sanata uygulanan sansür vakalarını araştıran SiyahBant Platformu, Tütün Deposu’nda Mürüvvet Türkyılmaz’ın her ay düzenlediği Açık Masa toplantılarının davetlisiydi. Toplantıya katılan yüze yakın sanatçı arasında İstanbul Modern’i protesto etmek için ‘Hayal ve Hakikat’ sergisinden işlerini çekmeye karar veren Selda Asal, Atılkunst, İnci Furni, Leyla Gediz, Ceren Oykut, Neriman Polat, Güneş Terkol da vardı. 


Toplantıda söz alan sanatçılar, çağdaş sanat piyasasının patlamasıyla sermayenin sanat üzerindeki baskısının arttığını, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in sanatı hedef alan konuşmasıyla “Devlet ve piyasa sansürünün bir araya geldiğini” dile getirdiler. Sansürle aslında çok sık karşılaştıklarını, ama genelde sessiz kaldıklarını belirten bazı sanatçılar, “İstanbul Modern vakası, bugüne kadar konuşulmayan birçok konunun tartışılmasına vesile oldu” dedi. 


Sanatçılar, galeriler ve kurumların kendilerine dayattıkları sözleşmeleri de eleştirdi. İstanbul Modern’den eserini çekmeye çalışan sanatçılardan biri “Bir şey imzalamışız haberimiz yok. Eserin kaldırılmaması için her türlü koşul var sözleşmede” diye konuştu. Sansürle mücadele etmek için nasıl bir yol izlenebileceği tartışılırken, örgütlü hareket etmenin ve sansür vakalarını yakından takip ederek sosyal medya ve basın yoluyla görünülür kılmanın önemine değinildi.





Fisun Yalçınkaya 
Sabah - 07.01.2012

Dün Bubi'nin eserinin İstanbul Modern'e kabul edilmemesi üzerine Depo Sanat Merkezi'nde düzenlenen söyleşide yaklaşık 100 çağdaş sanatçı bir araya geldi, sansüre karşı yeni bir örgütlenmede karar kıldı

Çağdaş sanatçı Bubi'nin Oturak eserinin İstanbul Modern'de 10 Aralık'ta düzenlenen Gala Modern'e alınmamasının yarattığı 'sansür tartışması' genç çağdaş sanatçıların örgütlenmesinin yolunu açtı. Dün akşam Depo Sanat Merkezi'nde sansür karşıtı Siyah Bant adlı oluşum, İstanbul Modern'in başküratörü Levent Çalıkoğlu ve sanatçı Bubi'nin de katılacağı bir söyleşi planladı. Ancak ne Levent Çalıkoğlu ne de Bubi söyleşiye katılmadı. Buna karşın aralarında Leyla Gediz, Güçlü Öztekin, Bashir Borlakov, Volkan Aslan, Alper T. İnce, Rafet Arslan, Nalan Yırtmaç, Kamusal Sanat Laboratuvarı gibi sanatçı ve sanat gruplarının bulunduğu yaklaşık 100 kadar genç çağdaş sanatçı sansürü tartıştı. Tartışma sonucunda sansür karşısındaki hukuki uygulamaların ne olacağının bilinmediği ortaya çıktı. Bunun sonucunda ise sanatçılar internet üzerinden yeni bir oluşumla bir araya gelmeye ve bu gibi benzer konular için yeniden buluşarak örgütlenmeye karar kıldılar. Eylül ayında kurulan ve görsel sanatlar, müzik ve sinema dallarındaki sansür olaylarını arşivleyen Siyah Bant adlı platform ise şimdilik bu kararın öncülüğünü üstleniyor. İstanbul Modern'in Gala Modern gecesine çağdaş sanatçı Bubi'nin eserini kabul etmemesi üzerine çıkan tartışma sonrası müzedeki Hayal ve Hakikat sergisinden bazı sanatçılar eserlerini çektiklerini açıklamışlardı. Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği ise konunun sansür değil küratörün kararı olduğunu savununca, kurucu üyelerinden olan Bubi dernekten istifa etmişti. 



Hayon’ın işinin müzayedeye alınmaması, İstanbul Modern’i yol ayrımına getirdi: Sanat dünyasının taleplerini dinleyip meşruiyetini kazanmaya mı çalışacak? Yoksa bir sermaye kurumu olarak mı kalmayı tercih edecek?

Arzu Yayıntaş
BİA Haber Merkezi 07 Ocak 2012

Sanat Dünyası 2011'i sansür ve İstanbul Modern tartışmaları ile kapattı. Sermayenin sanat üzerindeki baskısının gittikçe arttığını ortaya koyan bu olay, bugüne kadar konuşulmayan birçok konunun tartışılmasına vesile olurken sanat dünyasında ortak demokratik bir eleştiri platformunun gerekliliğini ortaya koydu.

Süreç, İstanbul Modern'in eğitim programına destek için düzenlediği müzayede gecesine bağış istediği sanatçılardan Bubi Hayon'un müzayedeye ürettiği koltuğa, küratörlerin onayını almadan bir oturak eklemesi ile başladı. Küratörler "konsepte uygun değil" diyerek (Bubi'nin açıklamasına göre "bu satmaz" diyerek) işi müzayedeye almadı.

Bubi'nin bu durumu deşifre etmesi üzerine sanatçılar ve küratörler sosyal medyada, müzeye bir tepki verilmesinin gerekliliğini tartışmaya başladı. Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) ve Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) ise 12 gün sonra "Bu bir sansür değildir" açıklamasını yaptı.

Sanatçının özerkliğini yok sayan, sermayeye koşulsuz teslimiyeti onaylayan ve kurumu koruyan bu açıklamalardan sonra sanatçılar, Hakan Akçura'nın "Sansürün Koşullu'suna da 'doğası ticari yaşama uyanı'na da hayır!" başlıklı metnini, metnin dilinde eleştirdikleri bazı noktalar olsa da sansüre ve taraf olan kurumlara ortak bir tepki göstermek adına imzaladılar.

Hemen ertesinde İstanbul Modern'de programda yer alan sanatçı konuşması, Mürüvvet Türkyılmaz'ın ve Seda Hepsev'in müdahalesiyle sansürün tartışılacağı bir platforma dönüştürüldü.
Bu konuşmada, izleyicilere de söz verilerek kamusal-özel ayrımından, çağdaş sanat dünyasındaki güç ilişkilerine, sansürün tanımına, AICA ile UPSD'nin konumlarına ve sermaye güç ilişkilerine kadar birçok konunun tartışılmasında ilk adımlar atıldı.

Bu konuşmaya AICA'da katılarak her ne kadar "Sansür değildir" açıklamalarını şiddetle savunsalar da, diğer katılımcılar ile birlikte konuyu tartışarak diğer taraf olan kurumlara göre daha yapıcı bir tutum sergiledi.

Oturumun sonunda "Hayal ve Hakikat" sergisi sanatçılarından Selda Asal, Atılkunst, İnci Furni, Leyla Gediz, Gözde İlkin, Ceren Oykut, Neriman Polat, Ekin Saçlıoğlu, Güneş Terkol ve Mürüvvet Türkyılmaz her türlü sansüre karşı olduklarını belirterek sergiden çekildiklerini açıkladılar

İstanbul Modern yol ayrımında

UPSD, bu sefer hiç vakit kaybetmeden, ortak metni imzalayanları çıkarcılıkla suçlayan ve "İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in demecine de aynı tepkiyi verebilecek misiniz" diyerek eleştiren bir metin yayınladı.

Sanatçıların haklarını korumak için kurulmuş olan bir derneğin kurumu koruyan, imzacılara üstten bakan ve sermaye-küratör-müze ilişkilerinde kendini otorite ilan eden bu tutumu, derneğin gücünü nereden aldığı ve kimi temsil ettiğinin tartışılması gerektiğini ortaya koydu.

İstanbul Modern ise sonunda sessizliğini bozdu. Tartışmaları "şaşkınlıkla" izlediklerini belirtti ve olayı tartışmaya açmaktansa "Seçim hakkı küratörlerimize, dolayısıyla da kuruma aittir" diyerek düzenin bu şekilde devam edeceğini belirtti.

Tepkileri ne yazık ki bununla kalmadı. Levent Çalıkoğlu ve Leyla Gediz arasındaki özel yazışmalar, basın ile paylaşılarak, sanatçıların üzerindeki baskının kişisel düzeyde de devam edeceği sinyali verildi.

İstanbul Modern, kuruluşu bakımından kurumsal protokolleri takip etmemesi ve müze küratörlerinin seri istifaları nedeniyle bugüne kadar birçok tartışmaya konu olmuştu. Ama bunlardan hiçbiri bu kadar ciddi bir boyuta taşınamamıştı.

Bu son olay, aslında İstanbul Modern'i bir yol ayrımına getirdi: Sanat dünyasının taleplerini dinleyip onların meşruiyetini kazanmaya mı çalışacak? Yoksa onları yok sayıp sadece bir sermaye kurumu olarak mı kalmayı tercih edecek?

Burada önemli olan müzenin küratörlerinin sanatı nasıl konumlandırdığı ve sanat dünyasının meşruiyetine ne kadar önem verdiğidir. Bu olayda sorulması gereken diğer önemli soru, müzenin neden müzayedecilik görevini üstlendiğidir.

Çağdaş sanat müzesi var mı?

Müzayede düzenleyen, eser satan bir kurumun galeriden ne kadar farkı kalıyor?

Müzenin açıklamasını müzayedelerin süreceğinin ve sanatçılara baskı ve sanat eserlerinde ısmarlama yapısını sürdüreceğinin bir ifadesi olarak alırsak, bu aslında artık bir çağdaş sanat müzemizin kalmadığının ya da aslında hiç olmadığının bir açıklamasıdır.

Müze - müzayede ilişkilerini bir kenara bırakıp müzayedenin yapılışını ele alırsak, sanatçılardan Garanti sponsorluğunda gerçekleşen eğitim departmanı için neden bağış yapması istendiği ve sanatçıların böyle bir teklifi nasıl kabul ettiği anlaşılır bir durum değil.

Ayrıca bir küratörün, bir eseri "Bu satmaz" diyerek müzayededen çekmesi, sanatçının fikrine, özerkliğine değer vermeyip kendini sanat pazarında otorite ilan etmesi kabul edilemez bir tutum.
İşin ironik tarafı sanatçılardan bağış toplanan bu eğitim departmanında koleksiyonerlik seminerlerinin de verilmesi.

Müzenin sessiz kalmak yerine, bir müzeden beklenen şekilde demokratik bir tavır takınıp, durumu tartışmaya açması ve süreçte bazı yanlışlıkların yapıldığını kabul edip özür dilemesi birçok şeyi değiştirirdi ve kuruma meşruiyetini geri kazandırabilirdi.

Çağdaş sanatta sıçrama değil patlama oldu

Yakın zamanda gerçekleşen birçok sansür olayına, hatta bir heykelin ucube damgası ile kafasının uçuruluşuna bile ortak bir tepki vermede zorlanan sanat dünyasının bu olayda bir araya gelmesi hayli önemli.

Sanatın finansallaşması, sermayenin kontrolü ele geçirmesi, sanatla uğraşmanın bir kariyere dönüşmesi, sanatçıların ve küratörlerin rekabetçi bir ortama ve küresel dünyanın üretim hızına yetişmek için sürekli üretmeye zorlanması ve sanatın markalaşması bizi bugünkü geldiğimiz konuma getirdi.

Aşırı üretimden, yüzeysel ve rekabetçi ortamlardan yorulan, yıpratılan sanat dünyası, bu yaşanan olay ile bir durum analizi yapma şansını yakalamıştır. Türkiye'de çağdaş sanatta özellikle son beş yılda hızlı, dolayısıyla sağlıksız bir sıçrama, diğer bir deyişle patlama oldu.

Geldiğimiz konumda çağdaş sanat büyük ölçekli, sterilleşmiş kurumlara ve galerilere kalmış durumda.

Orta ve küçük ölçekli alternatif oluşumlar yok olmaya yüz tutmuş ve inisiyatifler ya da bağımsızlar ise görünürlük kazanmada zorlanıyorlar.

Buradaki ihtiyaç, aslında sanatçılar, eleştirmenler ve küratörler arasında ortak bir eleştirel platform kurulmasıdır. Böylece eleştiriler kişisel ilişkilerin baskısı ile buharlaşmayacaktır.

İstanbul Modern oturumda başlayan sansür tartışmalarının devamı, Açık Masanın girişimi ve sansür vakalarını araştıran SiyahBant platformunun katılımıyla yapılan toplantı ile getirilmiş oldu. Bu oturumların sürekliliği ve katılım oranı, gerekli açılımları sağlanabilmesi açısından önemli.

Bu olayda, zaman içinde unutulup giderse, ne yazık ki artık sermayeden bağımsız bir sanattan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Baskılar ile başa çıkmanın tek yolu, içinde bulunduğumuz sanat sisteminin ve sistem içindeki güç dengelerinin, kurumların kapsamlı bir analizinin yapılması, eleştiriye, tartışmaya açılmasıdır. Bunun için de daha fazla şeffaflık talep ederek birlikte hareket etmek gerekiyor. (AY/IC)



Rubi Asa 
Şalom - 04 Ocak 2012
Heykeltıraş, ressam Bubi, geçen hafta İstanbul Modern’de sergilenmek ve satışa sunulmak üzere yapmış olduğu ‘Oturak’ adlı eserinin sakıncalı bulunarak sergilenmesinin engellenmesi üzerine, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nden (UPSD) istifa ettiğini açıkladı.

Bubi’nin yine sansasyon yaratacak bir yapıt ile katıldığı, İstanbul Modern küratörlerince düzenlenen sergide, eserin geri çevrilmesi sanat çevresini ikiye böldü.

Ressam Bubi, konuyla ilgili olarak kapsamlı bir açıklama yaptı:

“UPSD Yönetim Kuruluna ve basına, şunu net olarak açıklamak isterim ki; gala gecesi için sınırları belirlenmemiş, sanatçıların üreteceklerinde serbest bırakıldığı müze siparişi sonrasında işimin uğradığı sansür karşısında gösterdiği yaklaşımla, UPSD iktidarı sınıfta kalmıştır. Sınıfta kalmıştır diyorum çünkü UPSD, öncelikle üyelerinin haklarını korumak için kurulmuş bir meslek kuruluşudur. Basın açıklamasında ise varoluş nedenini unutup bir gazetede makale yazan bir eleştirmen, bir köşe yazarı gibi ‘oturağın’ sakıncalı bulunmasının sansür olmadığını savunabilecek kadar şaşkın bir tavır içine girmiştir. Şaşkın bir tavır içine girmiştir diyorum çünkü UPSD Yönetim Kurulu ve Başkanı, derneğin varoluş nedenini unutarak ve biraz da safdillik içinde bir mahkeme heyeti imiş gibi olayı yargılayarak, müzenin oturağı sergilememesinin sansür olmadığını naif bir şekilde kanıtlamaya çalışmıştır ki, bu da benim için yeterince bir ipucu olmuştur.

İpucu olmuştur diyorum çünkü, Baykam yurtdışında iken derneğin ikinci başkanı ile yaptığım müteakip görüşmelerde yönetim kurulunun konuyu bildiğini ve üzüntülü olduklarını, en yakın zamanda müzenin sansürünü kınayacak bir açıklama yapacaklarını bildirdiler. Ancak Baykam’ın yurtdışından gelişini beklediklerini söyleyerek basın açıklamasını iki kez ertelediler. Baykam yurt dışından gelince her nedense bu konudaki fikirleri tam tersi bir değişiklik gösterdi. Bu değişikliğin sebebi nedir? Bir mahkeme gibi davranan UPSD’nin mahkeme heyeti acaba hangi delillere ulaştı da yönetim kurulunun düşünceleri tam aksi yönde değişti?

Son olarak; UPSD’nin kendini AICA’nın açıklaması ile savunmaya çalışması, içine düştüğü durumun vahametini göstermektedir.

Ayrıca; ‘Bubi’ ismi benim sanatsal çalışmalarımda kullandığım resmi olmayan bir isim. UPSD yaptığı basın açıklamalarında Bubi adımın yanına soyadımı ilave ederek gerçekte olmayan bir isim kullanılmıştır. Bu hatalıdır. Tıpkı Komet’e kimsenin Komet Coşkun diyemeyeceği gibi. Bu durum kurucusu olduğum derneğin şahsıma karşı yaptığı özensizliği göstermektedir.

Plastik Sanatçılar Derneği’nden istifa etmememi isteyen ‘nazik yaklaşımınıza’ icabet edemeyeceğimi bildiririm, istifamı bir an evvel yürürlüğe koymanızı arz ederim.

Saygılarımla.”

Bubi / 28 ARALIK 2011

Bu istifayı takiben bir açıklama yapıp müzeyi ‘sansürcü’ olmakla suçlayan sanatçılardan bir grup, protestolarını müzenin içinde sürdürdü. İstanbul Modern’de  ‘Hayal ve Hakikat’ sergisi kapsamında düzenlenen söyleşi dizisinin son oturumunda konuşmacılardan Mürüvet Türkyılmaz, Bubi’nin yapıtına karşılık müzenin sansürcü tutumuna değindi. Salonu dolduran sanatçılar ve eleştirmenler, Bubi’nin eseri konusunda İstanbul Modern’in tutumunu uzun süre tartıştılar. Müzenin tutumunu ‘sansür’ olarak görmeyen Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği AICA’yı da kınayan sanatçılara karşı, eleştirmenler kendilerini savundu. Bunun üzerine yedi sanatçı, ‘Hayal ve Hakikat’ sergisinden eserlerini geri çekeceğini belirtti. Sanatçılardan Mürüvvet Türkyılmaz, Ceren Oykut, Gözde İlkin ve Güneş Terkol, “Bubi’nin ikircikli sanatçı duruşunu desteklemediğimizi açıklıyoruz” diyerek sanatçının tavrını eleştirdiler. Fakat “Sansüre karşı duruşumuzu ortaya koymak için çekilmeye karar veriyoruz” diyerek de, İstanbul Modern’in sansürcü tutumunun altını çizdiler. Buna rağmen Bubi, “Türkiye’de halen yürekli sanatçılar olduğunu bilmek çok güzel” ifadesiyle basına demeç verdi.

Sansür konusunda Bubi’nin net ve kesin açıklamaları günümüz özgür sanatının en yalın yorumunu tanımlıyor.

“Sansürün tanımı çok açık: Herhangi bir insan üretiminin ya bir bölümünün ya da tümünün engellenmesi. Bu işi yapma teklifi öncelikle İstanbul Modern’den bana geldi. Bu teklifi getirirlerken de hiçbir sınırlama koymadılar, neyi nasıl yapacağıma dair hiçbir istekte bulunmadılar. Zaten böyle bir istekte bulunsalardı ben böyle bir işi yapmayacaktım. Tamamiyle ben ve diğer tüm sanatçılar özgür bırakıldık. Daha sonra bu işin ‘oturak’ olduğu için sergilenmesi sakıncalı bulundu. Bu sansür değil de nedir? Buna çeşitli açıklamalar getirmek bana kolay geliyor. Her şeyden önce ben herhangi bir iş yapıp, bir müzeye ya da bir galeriye götürmedim. Onların karıştırdıkları noktaların başında bu geliyor. Böyle bir şey götürseydim, bunu sergilemek istemiyoruz demek en doğal haklarıydı. Ama onlar hiçbir koşul sunmadan benden bir iş üretmemi isteyip çalışma sürecinde beni tamamıyla özgür bıraktılar. Bu sansürün dik alasıdır!”

Düşüncenin ve sanatın sınırlanmasına karşı kesin tavrını koyan Bubi, geçtiğimiz günlerde Musevi Cemaati’nin de destek verdiği ve sosyal sorumluluk amaçlı yürüttüğü ‘Bubi Parası’ projesi de sanat çevresinde büyük ilgi görmüş ve yankı uyandırmıştı.

Serginin yansıması halen sürmekte ve sanatseverler Bubi’nin bu özgün çalışmasını gerek müzayedelerden gerek sergi salonlarından takip ederek koleksiyonlarına katmaya çalışmaktadırlar.



Ismarlama sanat, ısmarlama hayat


Ülkenin iktidar odaklan ısmarlama haber, ısmarlama kitap, ısmarlama sanat, yani ısmarlama hayat istiyor.

Ezgi Başaran
Radikal - 4.01.2012

Kâğıttan uçağı kat yerlerinden açıyorum: Müze sterildir, müze parfümdür, müze doğrudur minvalinde kısa kısa onlarca cümle alt alta dizilmiş. Evet, kâğıda dizilmiş, sonra bu kâğıt uçak yapılmış ve Türkiye’nin modern müzesindeki bir konferans salonunda süzdürülmüş. Süzdürenler sanatçı, alt alta dizilen cümleler ise sarkastik. Müzenin steril bir yer olduğunu sanıyorsanız alın size uçak diyorlar bir yerde.


İstanbul Modern, eğitim programlarına katkı sağlamak için sadece belli koleksiyonerlere açık bir gece düzenledi birkaç hafta Önce. Sanatçılardan bu geceye özel işler üretmesini, daha doğrusu bağışlamasını istedi. Eserler Gala Modern adlı gecede satılacak, elde edilen gelir müzenin eğitim bölümünde harcanacaktı. Lakin işler müze yönetiminin hesapladığı gibi yürümedi. Sanatçılardan biri Bubi, son anda bağışladığı eserine bir oturak eklemişti. Oturak olmadı. Yani küratörlere göre gecenin konseptine uymuyordu. Dolayısıyla Bubi’nin eseri reddedildi.


Sanatçıların bu karara tepkisi uçak yapıp atmakla da bitmedi. Örneğin Leyla Gediz, müzenin şef küratörü Levent Çalıkoğlu’na bir mektup yazarak bu olaydan sonra müzedeki Hayal ve Hakikat sergisinden eserini çekme karan aldı. Şöyle diyordu Gediz: “Sanatçı bir marangoz ya da dekoratör değildir. Sanat eseri, bir alım-satım nesnesi olmaktan önce, bir fikir nesnesidir. Tam da bu sebepten, sanat eseri sipariş edilemez. İspanya Kraliçesi de Goya’nın tablosunu beğenmemişti! Ama ne gam! Tablo bugün hala Prado’da haklı yerini korumaktadır. Bir eser sipariş ettiğinizde, bunun tüm kriterlerinize uymayabileceği riskini almalısınız.”


Müzenin küratörü Levent Çalıkoğlu ve Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği yaptıkları açıklamada, eseri kabul etme veya etmeme hakkının küratöre ait olduğunu söylüyordu. Hiç katılmıyorum. Diyelim ki Bubi eserine son anda bir oturak yerleştirerek ‘burjuvaya sanat öğretmek’ gibi bir hesaba girişti. Ne olacak yani? Müze bir devlet kurumu, sanatçılar da memuriyet kanununa bağlı kimseler değil ki. Böyle goller atarlar, çizgi dışına çıkarlar, kaos yaratırlar, kafa karıştırırlar, zihin açarlar. İşleri bu!


İstanbul Modern, çoğu haklı sebeplerle bugün tek ve çok güçlü bir sanat iktidarı haline geldi. Ve bu gücün sarhoşluğuyla, hayatına başladığı ilk günlerdeki şiarlarından ödün vermeye, sanatçıları kibar gibi görünen uyarılar ve kriterlerle dizayn edebileceğini düşünmeye başladı. Bir sanat kurumu böyle mi yapar? Bakın, burada başka çok mühim bir mesele var: Küratörün hakkıymış, müzenin bağış toplama geleneği Batı’da da varmış filan. Geçin bunlan. İstanbul Modern’de bu son yaşanan olay, Türkiye’nin bugün geldiği noktayı net şekilde ortaya koyuyor. Güç sahibi kurumlar kendi tayin ettikleri sınırları norm haline getirip herkesin onlara uymasını bekliyor. Demokratik bir düzlemde yeri olmayacak bu tavır ‘yeni Türkiye’nin virüsü.


Başbakan Erdoğan’ın AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmayı dinliyorum. Taraf gazetesini ve yazarını yerden yere vuruyor. Çünkü ‘Devlet halkını bombaladı’ manşetiyle bu kez, onun tayin ettiği sınırları feci şekilde aşmıştı. Ahmet Şık’ın kitabına bomba, Nuray Mert’e namert dediği gibi, Hasan Cemal’in Kürtlerle ilgili yazdığı kitaplardan rant sağladığını söyleyen kerih yoruma kafa salladığı gibi… Ülkenin iktidar odakları ısmarlama haber, ısmarlama kitap, ısmarlama sanat, yani ısmarlama hayat istiyor. Uçak yapıp fırlatırım böyle hayatı.

No comments: